Ziyaretçi.
HayalKahvesi Foruma Hoş geldin! Forumun tadını çıkar.

Şu anda bu konuyu okuyanlar: 1 Ziyaretçi

Konuyu Oyla:
  • Toplam: 0 Oy - Ortalama: 0
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
1 0
TRT 1 Balkan Ninnisi: Kırk düğüm atmışlar sevda üstüne*
#1
9172ce0e-a8c5-4236-a1b2-7a122395c02f.jpg



Geçen hafta bölüm sonunda şaşkınlığa uğradığımı yazmıştım sizlere. Şahane giden bir bölüm sonunda ters köşe yapılacak diye ilmek ilmek işlenen âşık oluş süreci çöpe mi atılacak demiştim. Ki bölüm sonunda herkes “Aaa baştan belliydi bakın bunlar tanışıyorlarmış.” moduna giriverdi birden ama ben yine onlardan değildim. Hiç içime sinmemişti, çok boşluk kalıyordu. Şimdi ilk bakışı okuyanlar için tekrara düşmeyeyim, özetle boşluklara eyvallah etsek bile birbirlerine vuruldukları ilk ânlar, tanışma sahneleri vs. o kadar güzeldi ki minik minik adımlar ile tatlı tatlı ilerleyecekken oldubittiye gelecek diye canım sıkılmıştı. Ümit Yaşar Oğuzcan diyor ya o güzel şiirinde, “aşk başlamadan güzel”. İlk bakışmalar, kaçamak hâller, bi’ gitmeler gelmeler hani bilirsiniz; bunlar ısındırıyor bizi karakterlerin sevgisine. Al böyle bir dünya kurduk gel izle, demektense gel beraber bir yolculuğa çıkalım diyen tarzdan.

Bundan sebep bölüm başındaki ters köşenin ters köşesi olayına aşırılı mutlu oldum. Deriiiin bir “Oh!..” çektim içimden. Dedim işte şimdi rahat rahat izleyebilirim, hikâyelerinde hiçbir güzel ânı kaçırmadan onlarla bu yolculuğa çıkabilirim. Yine mis gibi bir kavgayla açtık bölümü. Tertemiz girdik. Akabinde olaylar ardı ardına patladı.


0dc846ce-b8a5-469a-8b44-e815ac002022.jpg


Ertan’ın ve Jovanka’nın ortak yarasına şahit olduk tekrardan. Kendi kimlikleriyle yaşamalarına müsaade etmeyen aileleri. Ki bunu sade baskıcı bir yerden de değil baya özgüven kırarak kalp kırarak yapmaları asıl yaralayıcı olan kısım. Çünkü bir insan dış darbeyle kolay kolay yıkılmaz, onu yıkan içten gelen darbedir, yani kendinden. Kendine olan güvenini, inancını kaybeden bir insan neye dayanıp güç alabilir ki? Yıkılır. Neyse ki bizim hikâyemizde karakterlerimiz yalnız değiller ve yaralarını saracak insanlar da var çevrelerinde. Misal Daniel’ın kızına destek olduğu sahne öyle güzeldi ki. Önce yüzünü güldürüp sonra da ona bir Türk tiyatrosunun seçme afişini vermesi. ^^ Ve tabii akabinde Jovanka’yı incindiği yerden onarması, annesinin de bir zamanlar onu desteklediğini ve ona değer verdiğini ona anlatması, Jovanka’nın kalbi kırık kız çocuğu hâlinin annesi tarafından reddedilme korkusunu uçup götürmesi içimi sıcacık yaptı.

Ertan’a geçmeden evvel Jovanka’nın ailesine dair konuşalım istiyorum biraz. İlk bölümde Daniel ile Elena nasıl evlenmişler nasıl bir araya gelmişler diye bir düşünmüştüm. Ama bu bölüm gördük ki sadece Daniel değil, Elena da seviyor eşini. Elena’nın tüm ailenin yükünü ve tüm sorumluluğu üstlenmek zorunda kaldığı, belki bundan sebep artık daha sert bir karaktere sahip olduğunu zaten ilk bölümde de anlamıştık. Daniel gibi kafası rahat, sevecen, eğlenceli tipte insanların zorlayıcı yönü sorumluluktan kaçabilme durumlarıdır. Bu çiftte de yine öyle olmuş ve Daniel müzayede müzayede gezer, “antika çocuklar” edinirken ailenin sorumluluğunu almak Elena’ya kalmış. Dediğim gibi bu kısmı zaten anlamıştık.

3c2bd5e2-40f6-40d2-897d-920b78744c52.jpg


Ama bu bölüm biraz daha derine indik ve herkese karşı dimdik olan Elena’nın Daniel’a karşı gardını nasıl indirdiğini gördük. Önce bölüm ortalarında normalde Daniel’a çok kızmasını, büyük tepki vermesini gösterdiğimiz bir durumda nasıl sakin kaldığını ve uzatmadığını gördük. O her şeyi kaybetme korkusu içindeyken Daniel antikalarından çocukları gibi bahsediyordu ve Elena da anlıyordu bunu. Ne saçmalıyorsun demedi ona yahut kırıcı bir söz de çıkmadı ağzından. Sonrasında her şeylerini kaybettikleri, bir valizin üzerinde kendine karşı duyduğu hayal kırıklığıyla taş kestiği yerde nihayet tüm zaman boyunca içinde tuttuklarını tamamen bırakıverdi Daniel’a. “Her şeyi kurtarabilirim sandım ama kurtaramadım.” dedi. O kendini affedemezken Daniel’ın onu olduğu gibi sarışını ve Elena’nın kendini bırakışını çok sevdim. Hayata karşı ne kadar sert ve “güçlü” durursak duralım hepimizin günün sonunda birine yaslanmaya ve mola vermeye ihtiyaç duymamız insanca. Elena’nın safi despot, Daniel’ın da safi eşinin servetini yiyen boş gezer koca rolünde kalmaması; onları gerçek bir yerden izleyebilmek çok değerli geliyor bana. Karakterleri insani bir yerden izleyebilmek onlarla çok daha rahat özdeşim kurabilmemizi sağlıyor ve bu da hikâyelerin ömrünü uzatıyor. Buradan harika performansları için Hakan Boyav ve Suzan Akbelge’ye kocaman sevgiler.

Ertan’a döndüğümüz zaman, onu kalabalık çevresine rağmen çok daha yalnız buluyorum. Ailede herkes birbirini sevse de “birbirini anlama ve saygı gösterme” davranışını bir tek dedemizde görüyoruz. Ertan’ı o ailede gerçekten dinleyen, sağlıklı iletişim kurabildiği tek kişi belki de dede. Neriman oğlunu ne kadar çok sevse de bazen gerçekten onu duymuyormuş gibi geliyor. Tatlı dille güler yüzle Ertan’a istediğini yaptırıyor, Ertan’ın ne istiyor olduğunun pek ehemmiyeti olmuyor Neriman bir şeyi kafaya koyduğunda. Misal bu Süleyman ile Ertan kavgasında açık ara bir şekilde Ertan haklıydı. Süleyman’ın Ertan’ın radyosunu basması ve mikrofonu eline alarak onu herkese rezil rüsva etmesi hâli hazırda kabul edilemez bir durumken hâlâ kendini alacaklı durumda görmesini şaşkınlıkla karşılıyorum. Ve yine sokağın ortasında milletin içinde Ertan’a söyledikleri ne kadar ağırdı. Ertan epey iyi sabretti. Muhtemelen Neriman’ın oğlunun kaybettiğini zannettiği o vefa duygusuna sahip olduğu, dayısını babası gibi gördüğü için bunca baskıya rağmen koskoca güçlü kuvvetli genç delikanlı dayı azarından/dayağından korkuyor ve her durumda onun tepkisinden çekiniyordu. Ama her insanın bir sınır noktası vardır. En sonunda o da patladı işte.

96764267-4a30-4454-bd1a-fdc3a483dc0c.jpg



Yine de tepkisini başka bir ifadeyle gösterse daha iyi olurdu tabii ama Ertan’ın tek bir hatasıyla Süleyman’ın yaptığı onca şey nasıl silinip gidiyor? Ertan annesinin konuşmasının etkisiyle kendi kırgınlığını unuttu, çaba gösterdi kendini affettirdi. Süleyman da dedenin onu kendisiyle yüzleştirmesi sonucu yaptığı şeyi anladı ama ondan pek bir hareket göremedik. Karakter gelişimi zamanla olacağından birden özür dileyememesini anlayabiliyorum ama en azından Neriman’ın ya da belki ablalardan birinin ağzından Süleyman’ın da suçlu olduğunun söylenmesini isterdim. Çünkü aile olmak kalben bir olmak demektir, hayatlarımız bir olamaz, her birimiz kendi yolumuzda biricik ve özeliz. İşte tam da bu sebepten Ertan’ı kalabalık dünyasına rağmen Jovanka’dan daha yalnız buluyorum. Bi’ arkadaşı Mustafa var yanında. Öteki arkadaşı bir işe yaramıyor, dehlesek yeridir ama Mustafa yine iyi ki var. Ve pek tabii artık Jovanka da olacak. Aile içerisinden tek bir kişi bile Ertan’a “Sen de haklısın.” demez iken Jovanka dışarıdan bir göz olarak Ertan’ın durumunu anladı ve köfteci önündeki sahnede resmen o ân ona yardımcı olamamaktan duyduğu rahatsızlığı izledik. Birkaç adım atmak istedi, yaklaşmak istedi ama oradaki varlığı Ertan’ı daha iyi bir konuma getirmeyecekti, durmak zorunda kaldı. Ve Ertan dayısının yanından geçip uzaklaşırken Jovanka ile göz göze geldiklerinde onun bu sahneye şahit olmasından duyduğu mahcubiyetin yanında o kalabalığın içinde bir çift gözün anlayışlı dost bakışlarını da görmüş oldu. Çünkü akşam konuştukları gibi Ertan’ın dayısı ne kadar yakışıklıysa, Jovanka’nın annesi de o kadar güzeldi ve ikisi aynı yaradan “tanış”tılar. Bu arada bu üstü kapalı ifadeyi de çok sevdiğimi belirtmeliyim. Yarayı açan canından olunca insan başka türlü bir tarife yanaşmak istemiyor işte. Yine güzel söylemek istiyor. Kendinizi onunla bir tutuyorsunuz, belki de bu yüzden bu kadar yaralıyor.

Jovanka’nın annesine haykıramadıklarını sahnede oynadığı karakterin ardına gizlenerek haykırdığı sahne de öyle güzeldi ki. Eleni’nin onu perdenin gerisinden izlemesi, gözlerinden süzülen bir damla yaş ve akabinde Jovanka’ya yaktığı mavi çiçekli elbiseden alması beni çok etkiledi. Jovanka en çok maviyi ve çiçekli elbiseleri severdi, Eleni’nin çizdiği Jovanka profili ise bambaşkaydı. Eleni tek bir elbiseyle Jovanka’ya “kabullenilme” hissini yeniden yaşattı. Çok değerli bir sahneydi.

8e15b373-fa7a-49aa-ba03-4de3fcc8e9ff.jpg


Bölüme yine genel bir bakacak olursak, Ertan’ın ablası Gülsüm’ün yazılım ya da bilgisayar mühendisi olarak tasarlanmış olmasını ve onu oyun tasarlarken görmemizi çok sevdim. Belki tekrara düşüyorum ama yine çok değerli bir mesajdı bana göre. Çoğu izleyici onu ev hanımı olarak düşünürken bambaşka bir karakter çıktı. Güzel bir ters köşeydi ♥ Bunun haricinde Sarp Öztürk’ün enişte rolünde gerçekten harikalar yarattığını da belirtmek isterim, o enişteyi elime verseler bir kaşık suda boğabilirim, öyle bir gerçekçilik.^^ Jovanka’nın psikopat aşığı Pavel fragmanda ilk gördüğümde “Gerek var mıydı buna?” hissi vermişti ama bölümde Kaan Turgut’la birlikte onu da izlemeyi sevdim. Gelecek bölümler adına bize güzel kapılar açacaktır. Jovanka’nın polise ulaşamaması, Ertan’ın sıfır silahla kolayca oraya gelmesi ve akabinde gelişen tesadüfi olaylar gerçekçiliği biraz zorluyordu ama komedi yaratılmış olduğu için kurgu deyip geçmeye okeyim.^^

Son olarak dizideki müziklerin yanında yerel ağız kullanımının da oldukça başarılı olduğunu söylemeliyim. Kadrodaki tek bir isimde bile yapay durmuyor bu ağız, sanki herkes doğma büyüme Üsküplüdür. Özellikle Ertan’ı canlandıran Emre Bey’in konuşma şekli bizim ev halkından da epey takdir aldı ve İstanbul doğumlu olduğunu söylememe rağmen ısrarla mutlaka bir bağlantısının olması gerektiğini iddia ettiler. Yoğun baskı sonucu tekrar baktığımda gördüm ki eğer internette yazılan bilgi doğruysa Emre Bey aslen Arnavut göçmeni bir aileden geliyormuş. Tabii bizimkilerden hemen “Ben dedim bak!” nidaları yükseldi.^^ Eğer kültürel bağları hâlen korunuyorsa muhtemelen bu yerel ağız kullanımındaki başarısında etkisi vardır bu durumun ama ben yine de burada oyuncunun da başarısı olduğuna inanıyorum. Çünkü diğer işlerinde İstanbul Türkçesini gayet güzel konuştuğunu gördük. Belki dizideki Ertan gibi o da aile yanında özüne dönüyor, büyük şehirde ise nereli olduğu anlaşılmıyordur.^^ Memleketini kalbinde taşıyanlar bilir ki ne zaman memleketimize gitsek memleketlilerimizle iletişime başladığımız ilk dakikalarda hemen özümüze döneriz, öyle ki şehirden bir tanıdığımız gelse görse bizi şaşkınlığa uğrar. Başkası gibi olmak için yıllarınızı harcarken kendinize dönmeniz birkaç dakikanı alıyor işte. Derin mevzuya girdik, gözler buğulandı buğulanacak, yazıyı bitiremiyorum, beni kurtarın!.. ^^

24f52283-91ca-446a-ac03-ade86b41e0f8.jpg

Uzunun kısası, bu haftaki bölüm de “İyi ki!” dedirtti. Geçen bölüm sonda kırılan kalbim iyileşiverdi.^^ Gerçekten iyi ki başta tanıyorlar şeklinde işlenmedi, tekrara düşüyorum ama gerçekten öyle yapılsa elimizdeki çok güzel hikâye potansiyelini çöpe atmış olurduk. Geride kalan yine bir aile işi olurdu, belki yine izlenirdi ama aynısından bilmem kaç tane daha olan bir iş olurdu. Oysa şimdi biz kendi Balkan Ninnimizi dinleyeceğiz. Lütfen her yayın başına yeni bir şiir almaya devam edelim.♥
Çekenin yazanın oynayanın emeğine, yazıyı okuyanın da sabrına sağlık efendim.

“Kırk düğüm atmışlar sevda üstüne/ Yoluna çıkarsa çöz getir bana.” deniyor ya şarkıda. İşte tam olarak böyle bir şey sevda. Ertan ile Jovanka kırk düğümün kırkını da sevgiyle sabırla bir bir çözecekler ve biz de bunu izleyeceğiz. Bu yolculukta beraberiz.

Yeniden görüşmek dileğiyle.

Sevgiyle kalın.
Periniz

* Üsküp Sevda Şarkısı/ İncesaz/ Söz-Müzik: Cengiz Onural

yazan: tvperisi_
kaynak: ranini.tv
TkD4M2.gif

Tuğba Yurt Heart
Teşekkür verenler:
Teşekkür verenler:
Teşekkür verenler:
Teşekkür verenler:


Hızlı Cevap
Konu



Hızlı Menü: