04-12-2022Saat:15:50
İlk kar tanesi masumiyetin, saflığın ve temizliğin simgesi olarak havanın soğukluğuna aldırmadan nazlı nazlı yeryüzüne salınır. Bazen hırçınlığı tutunca tipiye döner. Bir yanı ne kadar saflığı, pürüzsüzlüğü temsil etse de diğer tarafı adeta örtü gibi istenmeyen tüm pürüzleri saklar. Bu kadar nahif olan bir varlık, bazen hiç tahmin edilmeyen sonuçlarla karşı karşıya kalınmasına sebep olur. Beyaz büyü, bir anda kızıl felakete dönüşür. Hiçbiri bir kar tanesi kadar masum değildi. Kar tanesinin saflığına sığınarak işledikleri cinayeti örtemediler. O terasta bulunan herkes, bu cinayetin sorumlusuydu. Gül için kınadığıyla sınanma vaktiydi. Kimileri buna “İlahi Adalet!” derken, kimileri ise kader deyip kestirip atar. Geriye kavrulan vicdanlar ve pişmanlıklar kalır. Bu defa adalet terazisi tersine çalışmaya başlar. Şimdi herkes vicdanının katilidir.
Geçtiğimiz hafta Yargı’nın 44. bölüm yorumunu sizlere sunamamıştım. Bu sezon, benim için oldukça tempolu geçiyor. Bölüm yorumlarını yayımlamakta geciktiğimin farkındayım. Hesap edemediğim şekilde yoğunluklarım oluyor. Bir koltuğun altına en az dört karpuzu taşımak zorunda kaldığım bir süreç içerisindeyim. Bu nedenle bölüm yorumu yazmaya haftanın sonuna doğru fırsat bulabiliyorum. Ancak, geçtiğimiz hafta bilhassa bölüm yorumunu yazmak istemedim. Sebebi de Yargı’nın hikâyesindeki engellenmez kısır döngülerden kaynaklı. Son iki haftadır “Biz ne izliyoruz? Hikâye neden bu kadar sıradanlaştı?” soruları kafamı sürekli kurcalıyor. Bu da keyfimin ve şevkimin kaçmasına sebep oluyor. Ne geçen sezonki gibi fragmanları takip eder oldum ne de beni yazı yazmaya itecek heyecana sahibim. Bir avuç insanın evinde ne izlediğini ölçen cihaz, duygularımı benden daha iyi bilemez. O nedenle rating oranına eskisi gibi takılmıyorum. Yalnızca Yargı’nın gidişatı için oldukça üzülüyorum. Böyle güzel bir hikâyenin el birliği ile ziyan olması, tadımı kaçırıyor. Hikâyeden ve onu yorumlamaktan vazgeçmek istemiyorum. Elimden geldiği kadarıyla sürdürmeye devam edeceğim. Israrla hikâyenin toparlanmasını bekliyorum.
Geçtiğimiz bölüm en sinirlendiğim sahne; Merdan, Gül, Aylin, Osman, Çınar, Merve, Tuğçe, Parla ve Serdar’ın terastaki hesaplaşmalarıydı. Aptala anlatır gibi üç, dört kez aynı sahneyi farklı şekilde verdiler. Hepsi ayrı şok içerisinde dağılmış hâldelerdi. Yemek sahnesini ise Yargı’da kutlama sofrası değil de “Sırlar Dünyası”ndaki bir bölümmüş gibi izledim. Bir anda Yargı’nın gözümdeki o ulaşılmaz kalitesi gitti. İkinci, hatta üçüncü sınıf kanalların yayımladığı günlük dizileri izliyormuş gibi hissettim. Şu an günlük diziler bile prodüksiyonlarını zenginleştirirken, şaşırtacak derece olay örgüleri kurmaya başlamışken Yargı’nın geriye sarmasını hayretle izledim. Peki, ne değişti de Yargı’nın şaşırtan hikâyesi bu kadar sıradanlaştı? Bana “artık yazılarınızdan tat alamıyorum,” yorumları geldiğinde eleştirilerinde oldukça haklılar. Ben de izlerken o eski tadı alamıyorum. Aynı heyecanla bilgisayarın başına oturamıyorum. Tek sezon olarak planlanan bu iş, ikinci sezon için zorlanınca doğal olarak böyle sonuçlar doğuruyor. Yurt dışı satışların ve ratinglerin tatmin edici sonuçlarına göre tahminimce üçüncü sezon onayı da gelecek. Bu defa butik hikâye olarak tasarlanan Yargı daha büyük çıkmazlara girecek.
Olmayan akıllarıyla Ceylin’i kandırmaya çalıştılar. Osman’ın kanamasının durmaması ve iltihap kapması işleri sandıklarından da fazla karıştırdı. Bir yandan Ceylin’in şüpheleri, öteki taraftan Ilgaz ve Eren’in Serdar’ın ölüm sebebini araştırması, işleri hiç de istedikleri gibi yoluna koyamadı. Aylin’in söyledikleri ile yaptıkları tutmayınca Ceylin’in dikkatini çekti. Kendini Aylin’i takip ederken buldu. Aylin’in eczaneden yarayı pansuman etmek için aldığı malzemeler Ceylin’i iyice şüpheye soktu. Soluğu Erguvan’larda aldı. Karşılaştığı manzara hiç de tahmin ettiği gibi değildi. Üstelik kayınpederinin kiracısını karşısında görmesi de işin rengini epey değiştirdi.
Ceylin sonuna kadar haklı. Osman’ın vurulmasını kendi aralarında yedirmemelilerdi. Şayet Osman’ı gerçekten Çetin vurmuş olsaydı. Olaylar hiç de Ceylin’e anlatılan gibi değil. Osman’ı ne Çetin vurdu ne de yaşanan bu olay basit bir kıskançlık kriziydi. Geçtiğimiz bölümlerde Gül’ü bas bas bağırttıran olaylar bu defa sesinin kısılmasına neden oldu. Yaşanan tüm olaylardan sonra Ceylin dersini aldı. Bu defa şeffaf olmak isteyen Ceylin’di. Gül, Aylin ve Osman günü kurtarmak için uydurduğu yalanla yaptıklarının üzerini örtmeye çalıştı. Çalıştı, çünkü bu balon hikâyeyi kurarken Ceylin’in zekâsını unuttular. Ceylin temiz kalmaya gayret ettikçe çevresi sürekli bu çabasına engel oluyor.
Asıl meseleye gelmek istiyorum. Serdar’ın ölümü ve sonrasında gelişen olaylar üzerine fazla fazla konuşmayı düşünmüyorum. Aşk101 zamanında Burcu ve Kemal’in arka planda kalmasından dolayı Sema Ergenekon, Rekabet kod adı ile yola çıktığı hikâyesinin kahramanlarını canlandırması için Pınar Deniz ve Kaan Urgancıoğlu ile anlaşmıştı. Sonra Rekabet rafa kalktı. Tekrar hayata geçerken Yargı olarak izleyicilere sunuldu. Çok da iyi düşünerek bizlere iki oyuncuyu tekrardan izleyebilme keyfi vermişti. Oyuncular arasındaki uyum ve sıcaklık beyaz camdan izleyiciye kadar geçti. Ardından reklam filmleri ve röportajlarla adeta parladılar.
Sema Ergenekon’a sitemim var. Bölüm içinde neredeyse IlCey’e bir sahne yazılıyor. O tek sahneyi de bölümden birkaç saat önce Kanal D ön izleme adı altında yayımlıyor. Kısaca ağzımıza bir parmak bal çalıyorlar. Sonra bir bakıyorum ki bölümde o sahneden başka IlCey sahnesi olmuyor. Hani Sema Ergenekon, BurKem’li sahnelerin az olmasından yakındığı için Pınar Deniz ile Kaan Urgancıoğlu’nu bu rollere uygun görmüştü? Hem bu şekilde demeç verip hem de IlCey’i geri plana atmış olması bana fazlasıyla ironik geliyor. Açıkçası Yargı’da artık başrolleri de karıştırmaya başladım. Başrol kadın ve erkek oyuncular büyük olasılıkla değişmiş olmalı. Peki, böyle bir kanıya nereden vardım? Tabii ki bu bölüm bolca Derya ile Pars sahneleri izlememizden yola çıkarak söylüyorum. Bu nedenle Sema Ergenekon ve yazar ekibine oldukça sitemliyim. Pars ve Derya’ya gani gani sahneler yazarken tasarladıkları düşünceyi ciddi anlamda kavrama çalışıyorum.
Arda’nın dosyasının ortaya çıkmasıyla dosya savcısı olarak Derya’nın atanmasına içten içe sevinmiştim. Çünkü bu defa Ceylin ile Derya bir dosyada karşı karşıya olacaklardı. Arkadaşlıkları sınava tâbi tutulacaktı. Büyük bir iştahla beklentiye girmiştim. İlerleyen dakikalarda Derya’dan gol yiyeceğimi bilmeden Twitter’a Derya – Ceylin inatlaşmasıyla ilgili bir Tweet attım. Linç yemem de gecikmedi. Maalesef Derya – Ceylin çatışması beklediğim kadar sağlam atılmamıştı. Maşallah dediğim üç gün yaşamıyor. Derya’yı tam kabullenmeye başlayacağım, derken fena gol yedim. Derya, Ceylin’e “Elma ile armudu karıştırmayalım,” derken arada bağlantı koptu herhâlde. Zira elma ile armudu karıştıran tek kişi burada Derya oldu. Derya’nın ilk defa dosyaya baktığına şahit olmuyoruz. Şüphelinin avukatı olarak karşısında Ceylin olduğu için mertliği elden bırakmak istemiyor. Ceylin’le evde konuşmak istemesi her şeyin üzerine tüy dikti. Hiçbir şekilde evine çağırmaması ve Ceylin’le dosya hakkında konuşmaması gerekiyordu. Elma ile armut burada karıştı. Etik olarak uygun değil. Hangi akla hizmet bu şekilde sahne yazdıklarını anlamıyorum. İki kadın çatışmasını izlettirmek istiyorlarsa bunu başka bir dille aktarabilirlerdi.
Ceylin ısrarla sonra konuşalım, diyorken Derya evde konuşmak istedi. Hayır, Ceylin’in neden celladı olacak? Dosyada önüne geçmesini niye bu kadar dert yaptı? Biri avukat diğeri Cumhuriyet Savcısı. Tabii ki müvekkilini savunacak. Derya da dosyayı savunacak. Her ikisi de aynı sıralardan geçse de yolları ikisini bambaşka bir yöne çevirdi. Görev ve etkileri bambaşkayken böyle bir çatışmaya girmeye ne gerek var? Derya madem mesleğine bu kadar sağlam bağlı biriydi niye evde konuşuyor? Bakın, bu konuşma şikâyet edildiğinde memuriyeti yakacak sonuçları doğurabilir. Ceylin art niyetli olmadığı için mesele uzamaz. Ancak, Derya’nın fikri de zikri de kartları açtı. Bu tavrı dosya kapanana kadar epey baş ağrıtacak gibi geliyor.
Bölüm içinde rahatsız olduğum başka bir konu ise Görkem. Bir kere Görkem’i oynayan çocuk oyuncuyu tebrik ederim. Elinden geldiğince rolünü güzel canlandırıyor. Ancak, bu konuda Yargı Melekleri’nin dersine daha iyi çalışmasını beklerdim. Çalışmaya vakitleri yoksa da konu hakkındaki detayları birebir yaşayan ebeveynlerden yardım alabilirlerdi. Hemen kendilerine isim de söyleyebilirim. Bu konuda Avukat Sedef Erken seve seve Sema Ergenekon’a yardım ederdi. İlmek ilmek detayları ve değinmesi gereken uç noktaları paylaşırdı. Maalesef ki Görkem’in hassasiyetini ifade etmekte sınıfta kaldılar. Görkem, Metin’le girdiği zücaciyedeki biblo ve masklardan aşırı uyarıldığı için öfke nöbet geçiriyor. Senaristlerin bu sahneyi tasarlarken otizm nöbeti geçiren birine şahit olduklarını hiç sanmıyorum. Eğer böyle bir nöbete şahit olsalardı sahneyi farklı bir şekilde yorumlarlardı. Hayatımda birçok kez otizm öfke nöbetine şahit oldum. Bu kadar basitçe anlatılıp geçmesine şaşırdım. Çoğu zaman öfke nöbeti geçiren birey, hareketlerini fark etmez ve hem kendine hem de çevreye karşı zarar verici eylemlerde bulunur. İnanın bu nöbetler izlediğimiz sahnedeki gibi hiç hafif değildir. Öyle Metin’in yaptığı gibi kalk gidelim şeklinde sonuç bulmaz. Lütfen sahneleri yazarken bu nüanslara önemle dikkat edilsin. Bilinmiyorsa alanında uzman veya bu konuda deneyimi olan kişilere fikir danışsınlar.
Ayrıca, Görkem korktuktan sonra kendini geri çekiyor ve sırt üstü düşüyor. Sırt üstü düşen birinin alnından yara aldığını da ilk kez burada görüyorum. Sahnelerdeki ikinci sınıf senaryo hatalarını günlük diziler dahi artık yapmıyor. “Her şerde bir hayır vardır,” derler. Görkem’in başından yara alması da Görkem’le ilgili gerçeklerin yavaş yavaş ortaya çıkmasına sebep oldu. Metin, Görkem’i hastaneye götürünce annesi olarak bildikleri Ayten Hanım’ın aslında annesi olmadığını öğrendi. Bunu izleyici biliyordu, fakat karakterlerin öğrenmesi biraz zaman almıştı. Nitekim de beklenen o zaman geldi. Fazla sürmeden Merdan’ın Görkem’i evlatlık aldığını da öğrenmiş oluruz.
İyilikten güzellikten bahsederek yazıyı sonlandırmak istiyorum. Bölümdeki tek IlCey sahnesi tüm kalpleri kanatlandırdı. Ama öyle bir detay vardı ki esas o sahnede tüm sinirlerim gevşedi. Ceylin ve Ilgaz sabah, kahvaltı sofrasını toplarken aralarında geçen o küçük diyalog beni bambaşka diyarlara sürükledi. Ilgaz tabakları kaldırırken sanıyorum ki pekmezdi. Bir kaşık aldıktan sonra bir kaşık da Ceylin’e veriyor. O an Ceylin’in irkilmesi ve aralarındaki o uyum beni heyecanlandırmaya yetti. Aralarında geçen bu diyalogun senaryoda yazdığını düşünmüyorum. Pınar Deniz ve Kaan Urgancıoğlu’nun sahneyi prova ederken aralarında geliştirdikleri bir doğaçlama olarak çıktığını düşünmekteyim. Bir evi paylaşan iki sevgilinin doğallığında ve gayriihtiyari bir şekilde gelişmiş gibiydi. Bu sahneyle bir kez daha kalbimi çaldılar. Sanırım bölüme dair beni iyi hissettiren tek sahneydi, diye bilirim.
Bölümde emeği geçen herkesin eline ve yüreğine sağlık!
Mortis
yazan:Mortis
kaynak: ranini.tv
Tuğba Yurt