06-04-2024Saat:14:16
(Son Düzenleme: 06-04-2024Saat:14:19, Düzenleyen: KarFırtınası.)
''O gün orada güçlü durdum ama köşeyi dönünce yere çöktüm. Bazı köşeler senin zırhınmış...''
Feridun Andaç
Tek bir yalan, kaç hayatın kararmasına sebep olur? Kaç hayatı delip geçer, kurşun gibi? Kaç çocukluğu ayırır, köklerinden? Kaç masumiyeti yok eder, en derinden? Bir yalan daha fazla ne kadar acımasız olabilir? Azade Karabey! ''Sen Karabeylerin yüz karasısın!'' dediği adamın çocukluğunu, masumiyetini, bir gün iyi olabilme umudunu tek bir an bile düşünmeden çalan ve çaldığı ailesinin yüz karası olarak büyümesini seyreden, sözde ANNE!
Kime ne kadar yanacağımı, kime ne kadar üzüleceğimi bilemeyerek izledim geçen haftayı. Seyrettiğim her sahne kalbimden bir şeyler alıp götürdü bende. Yoğun bakımın kapısında, duyduklarını idrak etmeye çalışırken Baran, dilinin bile varamadığı şeyi doğru mu, değil mi diye sormaya çalıştı Azade'ye; titreyen sesi, acıyan kalbi ve tüm hayal kırıklığı ile birlikte. Dünya mı başına yıkıldı yoksa Baran mı dünyaya fazla geldi o an, bilemedim. Baran'ın yol arkadaşını almıştı elinden, Azade. Kendi içinde geçmişle yüzleşirken Baran, ben onun yolda yalnız kaldığı yıllara sarıldım sıkı sıkı. Oysa her şey çok farklı olabilirdi. O küçücük yaşıyla, tek başına savaş verdiği her şeyle, omuz omuza Fırat ile birlikte mücadele edebilirdi. Tüm acılarını ikiye bölebilirdi. Omuzları değil de yüreği belki biraz daha az ağrıyabilirdi, Baran'ın...
Beni biraz dinlendirir misin?
Omzunda, koynunda, dizlerinde... Hiç fark etmez. Ama saçlarımı okşa. Kendimi taşıyamaz hâldeyim."
Oğuz Atay
"Çok ağrım var." Dedi Baran, Dilan'a sığınırken hastane kapısında. Duyduklarını taşıyamaz halde yıkıldı Dilan'ın kollarında, bankın üstüne. Dönüp geçmişe baktığında hangi birini sorgulayacaktı kendi içinde? Kardeşin kardeşe silah çekmesini mi? Kendi evinden kardeşini kovmuş olmasını mı? Yoksa yıllarca yanı başında sahipsiz, sevgisiz büyüyen kardeşinin gözlerine asla bakmayışını mı? Evet, Azade büyük bir günahın başlangıcıydı ve fakat Baran da gözlerini kapatmıştı Fırat'ın iyi olma çabasına karşı. Baran da hep irdelemişti Fırat'ı ve hep ayrı tutmuştu Karabeylerden. Düşündükçe, aklına gelenlerin içinde boğuluyordu sanki Baran. En yorgun, en bitkin, en çaresiz olduğunda durup, düşündüğü; dinlenip nefes aldığı tek yerdi Baran'ın, Dilan... Yatak odasında, küçük bir çocuk gibi sevdiği kadının dizlerine yığılan Baran'ı kalbime koydum ben. İyi ki Dilan'ı vardı. Omzundaki yüke ortak olamasa bile Baran’ın kalbindeki tüm dertlere ortaktı Dilan...
"Herkesi geç! Hepimizi geç! Sen bunu o çocuğa nasıl yaptın? Fırat'ın gözlerine nasıl baktın?" Diyerek haykırdı Baran, Azade'nin yüzüne yüzüne konakta. Hastanede, içinde kalan cümleleri tamamlamak istercesine. Kalbi titriyordu. Annesinin evlat acısıyla ölmesine mi yansın, Baran yoksa Fırat'ın asla annesine sarılamayacak olmasına mı, bilemedi. İçinde dinmesi mümkün olmayan çok büyük bir fırtına vardı, Baran’ın ve fakat yine yeniden, dimdik ayakta kalmak zorundaydı. Yine yeniden kardeşine, babasına destek olmak zorundaydı...
"Uyan artık." Dedi Baran, Fırat'ın başucunda konuşurken. Bu kez muhatabı amcaoğlu değildi. Kardeşiydi. "Öyle kardeş olalım ki, yılların kimsesizliğini senin kalbinden söküp atalım..." diye devam etti, gözlerinden süzülen yaşları bir çocuk gibi elinin tersiyle silerek. Baran sanki o gün, orada, Fırat'ın başında büyütmüştü yarım kalan çocukluğunu. İki kere abiydi artık. Ve iki abilik düşünecekti her şeyi. Sol kolu yanındaydı ve sağ koluyla tamamlanmıştı kendisini. Telafisi olur muydu geçmişin bilinmez. Keza masumiyeti çalınmıştı hayatlarının. Ancak her şeye rağmen ben Baran'ın Fırat'ın kalbinde eksik olan aile sevgisini, abi sıcaklığını iliklerine kadar hissettireceğinden hiç şüphem yok. Fırat’a ait olduğu kimliği çok kısa bir zamanda tüm sevgisi ve sahiplenme duygusuyla geri iade edeceğinden hiç şüphem yok.
Velhasıl kelam Fırat uyandı ve yandı yeniden umut ışıkları. Baran kimseyi bu kadar karmaşık duygularla beklememişti muhtemelen. Düz bir insandı çünkü ve bu gerçeği Fırat'a nasıl anlayacağının, Fırat'ın bunu nasıl karşılayacağının büyük kaygısı vardı içinde. Fırat'ın konağa geldiği sahne çok ama çok başkaydı. Amca diyerek Kudret’e sarılması, amcaoğlu diyerek Baran'a dönmesi, Kudret ve Baran'ın canına bir şey batarmış gibi birbirleriyle bakışmaları çok ince detaylardı. Baran'ın Fırat'a sarıldığındaki o rahatlama duygusu hissettim en derinde bir yerlerde. Abisiydi artık Fırat'ın ve Cihan’dan hiçbir farkı yoktu...
Herkeste farklıdır gerçeklerle yüzleşmek karşısında gösterdiği tutum. Fırat köşesine çekilip içini dinlemeyi tercih etti gerçekleri karşısında. "Baksana, kendine anlatmaya mecali yok." Dedi Dilan, Fırat'ın peşinden gitmek isteyen Baran'a. Çünkü Fırat'ı en iyi Dilan anlardı. Kendine anlatamadığı şeyin ağırlığını o da daha önce en ağır şekilde taşımıştı yüreğinde. Kendi evinde bir sığıntı gibi büyüyen Fırat; öz abisiyle değil kardeş, amcaoğlu bile olamayan Fırat; annesi ve babası tarafından sevilmediği için kendini sevgiye layık görmeyen Fırat; o gece sabaya kadar içinde kaç yangın söndürdü, kim bilir... Ayten yengesiyle ektiği ama annesi diye sığındığı ağaçla neler konuştu, kim bilir. “Aile limandır Fırat... İçindeki çocuğu hepimiz iyileştireceğiz.” Dedi Dilan, yaşadığı büyük hayal kırıklığına rağmen tutunacak dal olarak hep hayalini kurduğu o aileyi göstererek...
İlk defa "Baba!" Dediğinde gerçek bir sevgiyle sarılıp sarmalandı, Fırat. Sonra kardeşi sardı onu acıyan yerinden, daha sonra abisi. Aitlik duygusunu daha önce böylesine tatmamıştı. Babasını koy kenara Fırat'ın Baran tarafından sevilmeye, başının okşanmasına o kadar ihtiyacım vardı ki. Kocaman sarıldı abisine. Baran'da Fırat'la birlikte tamamlamış oldu eksik olan yanları sanki. Üzerinden yıllarım yükü kalkmış gibi gözlerinin içi ışık saça saça oturdu masaya.
"Çok mutluyum" dedi odalarına çekildiğinde karısına, Fırat. Bir insan geçmişinin kocaman bir yalandan ibaret olduğunu öğrendiğinde mutlu olur mu? Olur. Şayet Fırat gibi hayatı boyunca bir köşede yapayalnız, irdelenen bir çocuk olmuşsan şimdi hep imrendiği o aileye kavuşunca mutlu olur. Geçmişi geçmişte bırakıp geleceğe sıkı sıkı sarılmayı tercih etti, Fırat. Yarınlara sarılmak yapabileceği en güzel şeydi. "O adam. " değildi artık. Baran'ın öz kardeşi, Cihan’ın öz abisi, Karabey kardeşlerin ortancası ama bundan daha da önemlisi kalbime zehir saçan Hasan Karabey'in oğlu değildi artık. Sağında abisi, solunda kardeşi, arkasında dağ gibi durabilecek bir babası vardı Fırat'ın. Hoş geldin Karabeylerin ortancası...
"Ben geldim anne..."
En çok beklediğim sahnelerden bir tanesiydi, Fırat'ın annesinin mezarına gitmesi. Yıllarca annesi tarafından sevilmeyip terkedilmiş bir çocuk olarak büyüyen Fırat için bir mezar taşı bile şükür sebebi olabilirdi. Artık biliyordu, annesi terk etmemişti onu. Bir mezar taşından ibaret bile olsa gidebileceği, dokunabileceği, dertleşebileceği bir annesi vardı artık. Bir yere aitti. Bir yeri ve yurdu vardı artık. Ağladı Fırat, sadece yengesiyken bile Ayten'in ondan esirgemediği şefkati hatırlayınca, annesinin ona verebileceği o koşulsuz sevgiden mahrum kalışına ağladı... Önce babasıyla sonra annesiyle en sonda Azade Karabey ile yüzleşti, Fırat. “Seni yarım biriktiğim için özür dilerim.” dedi Azade Karabey. Yanlışın var Azade Karabey, sen Fırat’ı yarım bırakmadın; var olmasına engel oldun. Onu sıfırla çarptın.
Barış'ın bendeki çıtası zincirli odayı öğrendiği sahneydi. Gözlerinden tutunda çenesindeki titremeye kadar o kadar muazzam yüklenmişti ki sahneyi, satır satır yorumlamıştım o sahnenin Baran'daki tüm duygularını. Geçtiğimiz haftaki bölümler bende o çıtayı katladı Barış. Fırat'ın kapısında, gerçekleri öğrendiği sahneden tutunda da Azade ile yüzleşmesi, konaktaki haykırışlarına kadar... Sesinin tonu, bakışlarındaki belirsizlik, yere göğe sığdıramadığı öfkesi ve öğrendiği gerçek karşısındaki o mide bulantısı hissine kadar Barış Baran'ı oynamamış da yaşamış resmen. Barış olarak ağlayamadığı tüm anlar için ağlamış adeta. Bunun üstü gelmez demedim ben hiçbir zaman, söz konusu Barış olduğunda; bunun üstü nasıl gelir acaba diye merak ettim. Keza net emindim, Barış her zaman üstünü getirecektir. Emeğine, yüreğine, ilmek ilmek işlediğin karakterine olan saygına sağlık Barış Baktaş. Bir kez daha iyi ki Baran sana emanet. Bunun üstü hangi sahne olacak merak içindeyim...
Haftanın bendeki diğer yıldızı hiç şüphesiz ki Gökhan Gürdeyiş. Fırat’ın o ele avuca sığmayan hallerinin tersine yaşadığı hayal kırıklığını kendine sığınarak çok güzel yansıttı. Annesinin mezarının başında ağlayan Fırat yetti de arttı bana. Emeğine, yüreğine sağlık.
İnanıyorum ki bölümler sadece benim içimden geçip gitmedi. Keza o kadar duygu yoğunluğu ve yorgunluğu olan bir haftaydı ki geçen hafta, oyuncularda karakterlerine o duyguyu yüklerken içlerinden bir şey kopup gitmiştir. Gül'ün kaybetme korkusunu kalbinde hissettiren Buse Bedir; kendi evlat acısını unutup ölen karısı için evladına yanan Kudret Karabey'in hissettiklerini bu kadar içten yansıtan Erol Yayvan; en masumuyken bile Fırat'a karşı suçluluk ve pişmanlık duygusuyla ağlayan Cihan’ı giyinen Göksel Kayahan... Hepinizin yüreğine sağlık. Ek olarak haftanın Azade ve Baran sahnelerine kelimelerim kifayetsiz kaldı benim. Barış ve Nalan Hanım o kadar yükseldiler ki sahnelerde ayakta alkışlıyorum. Muazzamdınız.
GENEL NOTLARIM:
* Ben Baran'ın adaletinden asla şüphe duymadım. Yaşadığı hayal kırıklığını atlatınca duyduklarını kendi terazisinde ölçüp biçim Fırat'ı kendi içinde bir yerlerde aklayacağından emindim. Kardeşi olduğunu öğrenmeden Fırat'ı affetmesi, benim en büyük önceliğimdi. Adalet terazin için bir kez daha teşekkür ederim Baran Karabey.
* Daha önce bir hata ya da ihanet mevzusu olduğunda Hasan ve Azade konaktan sürülmüştü. Yani en azından Baran bu hükmü vermişti. Eee, şimdi Azade ve Hasan'a ne olacak? Tamam, konakta kalmaları şart ama kalmaları için geçerli bir bahane şart.
* Kudret Hasan'ın boğazına sarıldığında durdurmak isteyen Dilan'a Baran'ın engel olması nereden baksan çok kral hareketti.
* Bir tarafta kocaman bir yalanın içinden çıkmış ve perişan olmuş kocası varken Gül'ün yanında olmayı isteyen Dilan'ı kabul etmiyorum! Üstelik Baran kucağına uzanmış dinlenirken. Gül'ün annesi yanında. Eğer birinin Dilan'a ihtiyacı varsa o da Baran'dan başkası değil!
* Dilan'ın ya da Baran'ın birbirlerini teselli ederken askerlik arkadaşı gibi kolunu sıvazlamasından gına geldi artık. Bir insan sevdiğini teselli ederken sevgiyi ve merhameti avuçlarıyla yüzüne verir. Yüzünü avuçlar ve gözlerine odaklanır. Ben buradayım, yanındayım der. Askerliği aynı kışlada mı yaptınız DilBar kişileri? Ayrıca Dilan'ın alnı öpmekten eridi, eridi! Başka alternatiflere geçelim biraz.
* Genel olarak bakacak olursan ben geçen haftanın Dilan'ını çok beğendi. Eski Dilan'ın tadını verdi bana. Baran'a olan desteği, aileye gösterdiği sahiplenme duygusu, Fırat ile olan tüm konuşmaları o kadar muazzamdı ki; o artık bir hanım ağa dedirtti bana.
* Hikâyeye bir de Akif Komiser dâhil oldu. Konağa ve Karabeylere hizmet ettiği sürece yeni karakterlere sonsuz açığım. Renk katar. Gözlemlediğim kadarıyla Akif'in Baran'a karşı sergilediği sert tutumdan hoşlanmayıp Okan kıyaslaması yapan bir kesim var. Şöyle bir durum var ki ben Okan'ı gözümde asla bir polis memuru olarak göremedim. İkisinin arasındaki iletişim bana hep sanki Baran'ın personeliymiş algısı yarattı. Bir çizgisi olması gerekti Okan'ın ama yoktu. Akif karakterinde o çizgi var ve ben bu tutumu beğendim. Baran nasıl ki Kerem'le konuşurken yerine göre arkadaşı yerine göre bir çalışanı olarak davranış sergiliyorduysa, Akif de yerine göre arkadaşı, yerine göre bir polis memuru olarak davranıyor. Bu çok normal.
Ben çok severek izledim geçen haftanın tüm bölümlerini. Eski tadı bir nebze olsun bölümlerde görmek beni çok mutlu etti. Yazan, yöneten, oynayan, kamera arkası ve önü emeği geçen herkesin yüreğine sağlık.
Sevgiyle kalın.
yazan: Ayşe Kutluhan
kaynak: ranini.tv
Tuğba Yurt